Fluent Fiction - Turkish: Emre's Enlightenment: From Pretend Guide to Ephesus Scholar Find the full episode transcript, vocabulary words, and more:fluentfiction.org/emres-enlightenment-from-pretend-guide-to-ephesus-scholar Story Transcript:Tr: Ege Denizi'nin serin rüzgarları antik Efes'in taş yollarında dolaşırken, Emre ve Deniz kalabalık bir tur grubuyla birlikte ilerliyordu.En: As the cool winds of the Aegean Sea swept through the stone paths of ancient Ephesus, Emre and Deniz moved along with the bustling tour group.Tr: Havadaki hafif zeytin ağacı kokusu, eski zamanların ruhunu getiriyordu.En: The faint scent of olive trees in the air brought forth the spirit of ancient times.Tr: Emre gururla kollarını açarak sanki tur rehberiydi.En: Emre, with pride and arms wide open, acted as though he were the tour guide.Tr: "Şimdi, burası Artemis Tapınağı. Burada Artemis'in devasa bir heykeli vardı," dedi Emre, sanki tarihin tüm sırlarını biliyor gibi.En: "Now, this is the Temple of Artemis. There used to be a gigantic statue of Artemis here," he said, as if he held all the secrets of history.Tr: Deniz gülümsedi.En: Deniz smiled.Tr: Emre'nin ağzından çıkanı dinlemeyi seviyordu.En: She loved listening to whatever came out of Emre's mouth.Tr: Onun bu yarı bilgi dolu anlatımları her zaman eğlenceliydi.En: His half-knowledgeable narrations were always entertaining.Tr: Ama Deniz aslında antik tarih konusunda daha bilgiliydi.En: But, in truth, Deniz was more knowledgeable about ancient history.Tr: Daha da ilginci, Emre bunu bilmiyordu.En: The interesting part was, Emre wasn’t aware of this.Tr: Rehber talk show sunucusu havasında kalabalığa döndü.En: The actual guide, in a talk show host manner, turned to the crowd.Tr: Emre de sözde gerçeği vurgulamak için konuya atladı.En: Emre eagerly jumped in to emphasize his supposed facts.Tr: "Ve işte burası ünlü Agora," dedi Emre heyecanla, yanlış bir taş yığınını işaret ederek.En: "And here is the famous Agora," Emre announced excitedly, pointing to a random pile of stones.Tr: Deniz hafifçe öksürdü.En: Deniz cleared her throat lightly.Tr: "Sanırım burası tuvalet bölümü," diye ekledi neşeyle.En: "I think this is the toilet area," she cheerfully added.Tr: Tur grubundakiler kahkahaya boğuldu.En: The tour group burst into laughter.Tr: Emre hafifçe rahatsız olmuştu, ama vazgeçmeye niyetli değildi.En: Emre was slightly embarrassed but wasn’t ready to give up.Tr: Ne de olsa Deniz’e etkileyici görünmek istiyordu.En: After all, he wanted to impress Deniz.Tr: Grup ilerledikçe, sırasıyla Herkül Kapısı'na geldi.En: As the group moved on, they arrived at the Gate of Hercules.Tr: Emre, "Bu kapı Efes'e sığınanların huzur bulduğu yerdi," dedi.En: Emre declared, "This gate was a place where those seeking refuge in Ephesus found peace."Tr: Aslında bu kapı, tarihi bir sınır ve arayış noktasıydı, ne başka bir şey.En: In reality, this gate was a historical boundary and checkpoint, nothing else.Tr: "Bu kapının tarihi, ticareti gösteriyor," diye Deniz Hafif bir sesle ekledi.En: "This gate shows the history of commerce," Deniz added in a soft voice.Tr: Emre’nin suratında küçük bir gülümseme belirdi. Deniz’in bilgilerini takdir etti.En: A small smile appeared on Emre’s face, appreciating Deniz’s knowledge.Tr: Sonunda, Emre, antik bir havuzun önünde durdu ve yanlış bir şekilde, "Burada Kleopatra yüzermiş," dedi.En: Finally, Emre stopped in front of an ancient pool and incorrectly stated, "Cleopatra used to swim here."Tr: Deniz bir kahkaha attı ve omzuna dokundu.En: Deniz laughed and touched his shoulder.Tr: "O, İskenderiye'deydi," dedi düzeltici bir sesle.En: "She was in Alexandria," she corrected him gently.Tr: Emre başını eğilerek kabul etti.En: Emre bowed his head in acknowledgment.Tr: "Sanırım tarihin bana verdiği ders bitti," diye espri yaptı.En: "I guess my history lessons are over," he joked.Tr: Deniz ve grup arkadaşları gülerken, Emre'nin gözleri parlıyordu.En: As Deniz and the group laughed, Emre's eyes shone.Tr: Artık bilgiçlik taslamak yerine, etrafındakilerden öğrenmek istiyordu.En: Instead of pretending to know, he now wanted to learn from those around him.Tr: Turun geri kalanında sessiz bir katılımcı olarak daha çok şeyi fark etti.En: For the rest of the tour, as a silent participant, he noticed so much more.Tr: Her yanlışından yeni bir şey öğrenmişti.En: He learned something from each of his mistakes.Tr: Efes'in antik ruhu, hayal gücünü açmıştı.En: The ancient spirit of Ephesus had sparked his imagination.Tr: Sonunda, Emre ve Deniz günün tadını çıkartarak rehberin yanında yürümeye başladı.En: In the end, Emre and Deniz walked alongside the guide, savoring the day.Tr: Emre kendine gülümseyerek, "Bu sefer doğru bir şekilde öğrenmeyi deneyeceğim," dedi.En: Smiling to himself, Emre said, "This time I'll try...